Pişmalık üzerine

   Yazamadığım için aşkı yok saymıyorum. Yazabileceğim her ikircikli halin her tavrın her mevcudiyetin daha önce bahsedilmiş olmasından çekindiğim için yazmıyorum. Aslında en başından beri beni kısır bir yazar yapan çekimserlik bundandır. Hissetmiş olmaktan çok bunun bir tekrar olmasından endişe duydum. Sıradanlık ve çılgınlık arasında gezindiğim incecik ip üzerinde dengemi sağlamak zor oluyor. Bunu hem yaşamak hem de anlatmaksa benim için  nerdeyse imkansızdı. O zamanlar bir karar vermek zorundaydım yazmak ve yaşamak arasında. Yaşamayı tercih ettim. Ve yaşadım. Dibine kadar. Son kurşuna, son yudumuna son lokmasına son nefesine dek. Eksiksiz bir ihtirasla üstelik. Nihayet tükettim..

  Payımı alıp kenara çekilmeyi uygun bulduğum için yazmıyorum. Bununla idare edebilirim. Anlayabildiğim ve algılayabildiğim kadarını içselleştirip kutsamayı uygun buluyorum. Hatırlamak istediğim tek şey onunla yaşadığım hatıralar. Bunun dışında olanlar ve olacaklar ve hatta onun dışında kalan her vak'a sünger çekilecek kadar muhteris ve ziyadesiyle unutulmaya mahkum olacaktır. İçimde yaşatmak istediğim tek hatırat leylak kokan boynunu anımsamak olacak. Uyanmak istediğim tek rüya da öyle. Bana bahşedilen sabahları arayacağım pişmanlıkları. Kifayetsiz uykuları da özleyeceğim haliyle. İçimde kıvrılıp saklandığı köşeyi buluncaya dek nefes nefese koşturacağım. Acıyla haşredilen gençliğime nazire edip ömrümün bir çilehaneye döndüğünü görene dek ıztıraba gönüllü kalacağım. Söylediğim bütün büyük sözleri yutup boğulmayı bekleyeceğim. Bu uçurumun kıyısına aklım eksik vardırıldım ancak ve ancak yardan kendim atladım. Bilerek yere çarptım yere bilerek kırıldım bilerek kanadım ve eyüp kadar mazoşist ben seçtim. Heyecanını huzurunu öfkesini yaşadığım aşkın yokluğunu ilk kez tattım. Elbette avunmak yolunu seçtim. Elbette aldandım, elbette reddettim. Yerine koymayı üstünü çizmeyi görmezden gelmeyi ne yazık ki anıların matemiyle beslenen ruhumu kemiren o kurdu öldüremedim. Kaybolduğum her yerde beni bulan tarifsiz bir kokuyla irkildim.

  Var olan pişmanlığı bir noksanlıktan bir tavra dönüştürüp yaklaştığım özden bir parça sunuyorum arzu edene. Tükenene dek içimi deşip saçacağım...






 

Dağın sesi




Geç riyayı rüyalardan dön  hayalde dur.


yaşa

yaşa yaşayabilirsen yarattığını

al nefes, verme. 

Tut bileğinden kavra göğsünü

aç içinden akan raksı vuruş tininle 

varlıksa işin , düş hiçliğin habitatına

yürü bozuk yollardan

devin yükünle ilerle varlığınla

öğren çağını öldür zamanı

al yükünü

döndür günleri  ayan olsun yığın

sarıl sevdiğin sarının her zerresine

bu hisin -o yılgın yanın,küskün tavrın-

zamanla anlam bulur sandığın

usul usul yok olan masumiyetin

ya da onun gibi ona benzer veya sadece ona yakın olan

taşların altında bir kum yılanı gibi 

oyuklarda sabahın, ıssızda avların

her damlasında kanın, sızın

görmüyor bakışın artık tatmıyor burcun

vur hasedine hırsına öcüne, inan dilediğine

ne oldu resimlerine nerde mezarların nerde ormanın

hangi yaz gecesi rüyası senin

bul çölünü sokul göğsüne

bekle karanlıklarda 

gün dönsün güneş yansın gök sönsün

bir kum yılanı gibi saklan çürüt memesini pınarın

dilersin dize gelsin ademoğlu dilersin yarılsın aylar denizler

su yansın istersin acını ateş dindirsin

oysa sadece ışık devrilir görmezsin

ay dirillir bilmezsin.

ölümü o bilir o anlatır yaşamayı 

varlığın ispatı aksiyonudur öylece var eder zamanı

yoksa devinim yoksa ilerleme yoksa akış 

saatler sadece aldanışın miktarıdır

*

boğ  muammanı geç mesajı tut çevir acının ucundan 

öl 

öl ölebilirsen en keskin yerinden 

mümkünse hemen beklemeden yarını dahasını

ver nefes, alma. Kır dizini, ittir çıksın sinenden

kapan aksine, kır yansımanın kapısını

otur ışığın kapılarına yalvar affına, şefkat dile

as boynunu aç bileğini savur serin gövdeni

bul bir düz yamacını beysiz dağların 

yürü sessiz dualarla yürü aminsiz aydınlığa 

bul bir slogan ne kaybedeceksin

al verdiklerini yerleş karanlığa

devir kutunu dursun bu aydınlık

dert mi keşfi fezanın  ne diye ömrün uzasın

vur kendini o hakiki zafere

çık dehlizlerden - ya da sakladığın apartman dairesinden-

neydi ki hissettiğin iyilik mi afiyet mi

boğulmadın mı sahi bu sahte zarafetten

gazele çalmadı mı ikliminin

gir üşüdüysen karış toprağına 

yürü köküne fidanların

artık son sahne senin

ver hakkını ikbalinin

görecedir ki yaşam bilirsin uçmak da evvel düşmek de


içkin gözyaşlarının daimi sahibi;

taş yoruldu sen yorulmadın mı yurdundan nefretin

susmayan acını konuşmadığın doğru mu?

Doğmayan gün senin olsun

aczine mağlup zevke galip 

ansız hakikatsiz kalmadın mı




Burak Dikoğlu


Çenem düştü

 
  Ağzım kan dolana dek bekledim yazmak için. Debisi düşene bekledim iç sesimin. Acımın aklımı gölgeleyebildiği konuşmaları yapmamaya kararlıyım. Aynaya her baktığımda kendimi disipline ettiğim bir çağa geldim. Konuşmakta acele etmiyorum artık. Ne yetişeceğim sabahlar ne de bitmeyen geceler var. Ne yargı ne de yanılgı. Kutsalsız etik, tembel şövalyelik. Motto bu. Önceden kimsenin anlamını bilmediği bir takma ismim ve kamuya açık bir hayatım vardı. Şimdi bir gerçek bir adım ve bilinmeze ilerleyen yaşamım var. Hep öykünürdüm zaten uslu çocuklara. Ketum kalamasam da aynaya her baktığım kendimi öğütlemek gibi alışkanlıklar edindim. Terbiyemi kendim vermek zorunda kaldım zira tavsiyelere uymak kuralsız biri için ne mümkün. Fezada oradan oraya sıçrayan  zamansız mekânsız-ruhumu yörüngeye oturtamıyorum hâla. Yine de kuyruğu dik tutabilmek büyük efor gerektiriyormuş. Artık fiziksel olarak verimli çağımı geride bırakmış olmalıyım. Bunu köklerini kırıp kaybettiğim 8. dişimden sonra kabul edebildim. Ağzıma dolan kanın tadını anımsadım uzun zaman sonra. Bir demir yalıyor kadar metalik şarap kadar sıcak. Özlediklerim arasında değil orası kesin. Artık yumruk yumruğa kavga edemeyeceğim gibi. Acı eşiğim yüksekti  ancak gerçekleri kabullenebilme eşiğim daha yüksek bir yere denk geliyor olsa gerek. Şimdilik anlatabileceğim tek hikayem dağılan çenem. Öfkemi hep sakladım. Sıktım dişlerimi ve korudum metanetimi daima. Fiziksel şiddeti anlamlı bulduğum yegane an seks maceralarım oldu. Oysa o kadar çok insanı hırpalamayı istedim ki. Beni bundan alıkoyan ne uygar olma ideası ne de cezai müeyyidelerdi. Ben hep cinnet anımdan korktum. İki kez anımsadığım o onları canıma mal olma pahasına yaşamamayı tercih ediyorum. Enerjimi ve gücümü değişime adadım uzun zamandır. Kabullenemediğim kısım böyle mi sona erecekti o meşhur heyecan! Yaşamağa aramağa bulmağa duyduğum o eşsiz kıvanç?. Kabul edemediğim vasat tahakkümün geçerli hipotezleri. Etmeyeceğim de. Bir hiç olarak yaşamak sefalet kokan varsıllıktan evla. Karanlık boşlukları dolduracak, kavramsız savrulmaların sonunda ol deyiverecek ve bir bağlamın çevresinde kök salıp başka bir bahara çıkacağım. İnanıyorum...  

https://www.youtube.com/watch?v=-iK0CoJULJU

       Uludağ …peki o lasılık şarap mıdır?  Sarhoş eder mi? Hem fikir miyiz artık!   -Damlardan barok balkonlara dek uzanan bir hiç diyarınd...

İletişim

Ad

E-posta *

Mesaj *