Çölün ruhu

bir taş atmak gerekmiş bazen

hafif sektirip uzağa

yükünden gocunur gibi, içinden söker gibi

kelimesiz anlamları kovalar anlamsız kelimelere yüksünür gibi.


"Evvela seni cümle içinde kullanmayı terk ettim. Sonra önüne benzersiz sıfatlar, ardına yakışıksız imalar ekledim. Herkesleştikçe kolay oldu içinden çıkması. İttirip bıraktıkça aldanışın uçurumlarına belli belirsiz çığlıklarını, samyeline karışıp kurudu göğsümde. İçtim kana kana. Kuruyan göğsüm yeşersin diye. Zamanı içtim ömrümü tüketir gibi her gece her sabah. Kirpiklerim güçlü diye düşkün yaşları zapt ettim. Aynada harcadım aksimi. Kumdan gelip toprağa gidecek ruhumu çürüttüm. Binaenaleyh söz bitti, anlam yitti. Gece anlamsız gündüz ışıksız kaldı. Nihayet sen sana benzeyen ilahların ilki olarak kaldın. Ancak yüzüne benzeyen bir semanın altında diz çökerdim, o gün de geldi."


bir uyku gerekmiş meğer 

her şeyi unutup bir hiçmişçesine

hakikatten arınır gibi, sıyrılır gibi alemden

muammasız bir tefekküre teslim, ritimsiz varlığımı unutmuş gibi.



Burak Dikoğlu

Uete

 

   



   Uete mevzi gerisine çekilmenin nihayet kahramanca olduğunu anladı. Arada kaçmak fikrini aşağılık faydacı tavrıyla onore ediyor bazen kalıp savaşmak onu hikayenin falanca kahramanı olacağına ikna ediyordu. İçindeki keder tarafından kuşatılmış ve üzerindeki ölü toprağı yetmezmiş gibi bir de şu beton imparatorluğunun nevrozunu taşıyordu. Kabuğu kıracak içten gelen bir diriliş hareketi arzuluyordu. Kaynağı hissediyordu. Eylemsiz olması hiçbir şey yapmadığı anlamını taşımadı aksine arzuluyor hissediyor ve duyumsuyordu. Çivi çakması eylemdi asacak tablosu olmasa da. Ez cümle; zerresinde tin bulunmayan her doğru hareketin sanata dönüşeceğine olan sarsılmaz güven, onu yaşamanın anlamını sorgulayacak ızdıraptan azad etmişti.  Doğru zamanın geleceğine olan inanç onu normal yapmıştı. Bekliyordu sebatla karanlıktan gelecek ışığı.



 Masalı şöyle başlıyordu;

'Ne olursa olsun iyilik herkesin üstüne,
kötülük peşinde koşana olsun.
Gerçek eğilmesin. Bükülmesin.
Ovalara kış dağlara yaz gelmesin,
kuşlar gökyüzünün, 
balıklar deryaların, 
arılar çiçeklerin olsun.
İnsanın evi aşk yurdu özgürlük olsun'

Burak

Pişmalık üzerine

   Yazamadığım için aşkı yok saymıyorum. Yazabileceğim her ikircikli halin her tavrın her mevcudiyetin daha önce bahsedilmiş olmasından çekindiğim için yazmıyorum. Aslında en başından beri beni kısır bir yazar yapan çekimserlik bundandır. Hissetmiş olmaktan çok bunun bir tekrar olmasından endişe duydum. Sıradanlık ve çılgınlık arasında gezindiğim incecik ip üzerinde dengemi sağlamak zor oluyor. Bunu hem yaşamak hem de anlatmaksa benim için  nerdeyse imkansızdı. O zamanlar bir karar vermek zorundaydım yazmak ve yaşamak arasında. Yaşamayı tercih ettim. Ve yaşadım. Dibine kadar. Son kurşuna, son yudumuna son lokmasına son nefesine dek. Eksiksiz bir ihtirasla üstelik. Nihayet tükettim..

  Payımı alıp kenara çekilmeyi uygun bulduğum için yazmıyorum. Bununla idare edebilirim. Anlayabildiğim ve algılayabildiğim kadarını içselleştirip kutsamayı uygun buluyorum. Hatırlamak istediğim tek şey onunla yaşadığım hatıralar. Bunun dışında olanlar ve olacaklar ve hatta onun dışında kalan her vak'a sünger çekilecek kadar muhteris ve ziyadesiyle unutulmaya mahkum olacaktır. İçimde yaşatmak istediğim tek hatırat leylak kokan boynunu anımsamak olacak. Uyanmak istediğim tek rüya da öyle. Bana bahşedilen sabahları arayacağım pişmanlıkları. Kifayetsiz uykuları da özleyeceğim haliyle. İçimde kıvrılıp saklandığı köşeyi buluncaya dek nefes nefese koşturacağım. Acıyla haşredilen gençliğime nazire edip ömrümün bir çilehaneye döndüğünü görene dek ıztıraba gönüllü kalacağım. Söylediğim bütün büyük sözleri yutup boğulmayı bekleyeceğim. Bu uçurumun kıyısına aklım eksik vardırıldım ancak ve ancak yardan kendim atladım. Bilerek yere çarptım yere bilerek kırıldım bilerek kanadım ve eyüp kadar mazoşist ben seçtim. Heyecanını huzurunu öfkesini yaşadığım aşkın yokluğunu ilk kez tattım. Elbette avunmak yolunu seçtim. Elbette aldandım, elbette reddettim. Yerine koymayı üstünü çizmeyi görmezden gelmeyi ne yazık ki anıların matemiyle beslenen ruhumu kemiren o kurdu öldüremedim. Kaybolduğum her yerde beni bulan tarifsiz bir kokuyla irkildim.

  Var olan pişmanlığı bir noksanlıktan bir tavra dönüştürüp yaklaştığım özden bir parça sunuyorum arzu edene. Tükenene dek içimi deşip saçacağım...






 

       Uludağ …peki o lasılık şarap mıdır?  Sarhoş eder mi? Hem fikir miyiz artık!   -Damlardan barok balkonlara dek uzanan bir hiç diyarınd...

İletişim

Ad

E-posta *

Mesaj *