Uludağ


…peki olasılık şarap mıdır? Sarhoş eder mi?

Hem fikir miyiz artık! 


-Damlardan barok balkonlara dek uzanan bir hiç diyarındasın-


İç ki düşünesin kaçınılmaz olanı. 

İhtimal var mı bildiğinden içkin

Bitiş ve başlangıç mükemmeldir ancak

-bre notasız-izansız gezgin

kıvılcım bile değilsin kaderin karanlığında

Adım at aleme, gör bak

vurgun yediğimiz düşlerden elbet uyanacağız.


Her şeyin her yerde olmasını göz ardı et

boş ver anlamaya uğraşma, farzet ki reha dolu vahadasın

yeniden başladın hayata. 

Işık ve ses gerçeği mahveder elbet

-ey renksiz-rahiyasız şarap

Çevir kelebeği dimağında

Sıyır ideadan özünü 

bul dilini bekle asrınca.


Şimdi semasız bir ufukta, diyelim ki içindesin hakikatin 

neye yarar hayalin neye yarar serabın

Kınında bir bıçakmış meğer kanatların 

Teselli etmiyorsa neye yarar parlaklığın

Çaresizsin yaşamın biricikliği karşısında

 -ey ikrarsız-ilahsız melek

Düşeceksin inan. 

ve töz olacak, unutulucaksın.




Dağlar kadar felaket dolu bir rahme doğdun. Büyüdün yetmezmiş gibi yetiştin ve çürüdün yıllarca. Uygarlığının bedeli; mahrumiyetmiş en kalbi hislerden. Muamman, ikilemin, dilemman, dualiten ya da neysen. Yanlışın kadar doğru yapmak da mahcubiyetin olsun. Hiçlik bile söndüremedi içindeki yanılgınının yangınını. Bulmadığın gibi aramadın da sebebini. Ne cesaret ama! Peki kalkmayacak mısın ayağa. Hayalden mi vazgeçtin, ihtimalden mi? ‘Sakın asfaltı delen çiçeklere bundan bahsetme.’Sahi nedir bu kaçış? Nedir bu küskün-yılgın tavrın sebebi. Dayanılmaz mı buluyorsun varoluşu. Peki kim sever senden başka kara kedileri?  Düşerken korkacaksan ne diye var kanatların! Kim bağışlayacak seni. Kime yalvarıyorsun bunca zamandır. Bu ademi kurgunun faili olmak sana yakışmıyor. Bitti kelimeler bana sorarsan ama boğulana kadar konuşursun ilahını bulsan. Vaktin olsa yeni bir lisan bulur yeni bir anlam yüklersin her bir kelimeye. Aslında biliyorsun bitti ifaden. Kavrayışın ve tutunamayışın aynı rabiaya denk geldi sadece. Simgelerin, imânın ve bakışmaların son çağı bu. 

Hiçbir yerin tam ortasında olmakla kararındasın. Uludağların bile kıyısındasın. Çok şeysin, çok. Zerre bile değilsin ancak çöküşün görkemini izlemek de, ilk filizlerin burcu da sana kaldı. 

Bir gün boğulacağını bilerek her gün nefes alacaksın.


Israr eden aklın kadar ihanet ettiğin kalbin de yorgun. 

Ve ne yazık ki kurtuluş beklediğin ruhunu medeniyete boğdurmuş bir zavallısın sen. Dön düşlerdeki ruhulkudüse. Artık sorular aynı olsa dahi cevaplar başka. Bilirsin Bir tek değildir. Aslında rızadır başka birine. Bir Gordion düğümü kadar yanılgı içerir ve hissetmek de bilmek kadar güzeldir. Tarih kadar eski bir intihar misyonunda ya da bir simülasyonda veyahutta kötü kahramanlara dolu bir senaryodasın. Ne sevmeyi bırak ne de savaşmayı. Çağın çağdaşı olmak gibi bir histeriye kapıldın sanıyorum. Hep bir yerlerde bir şeylere özlem duyan, akan giden zaman ve araya sıkışan yaşamınla. ‘Neyse’ ne garip kelime. Yazarken eskiyor kelimeler yaşarken eskiyen insanlar gibi. Sence yaz sevdası mıdır ki hayat, bu denli kadar çabuk sönüyor ateşi? Vazgeç artık böylesi ışımaktan, karanlıktasın. Söndü bu hayatın ateşi, içinde bir çöl bir de eyvah kaldı. 

Şimdi dur bir nefes al…


‘çürüdün ey ruhum lakin yandın da

isimsiz bir masalın heyecanına aldandım.

-Bilemedim; karanlığa vuran tek renk senin gölgenmiş

dirilişin rayihası senden

açlık da avuntu da seninleymiş

varoluş seni unutmaya yetmeyecek belli

Paramparça nehirlerde çağlayan ömür

su yeşili bir sessizlik ile…




Burak Dikoğlu

 



  Beydağı...


...ve kabul görmüş bunca beyhude düş içinde
bunca kar bunca kıyamet çokça istikraz
ve karşılığında yeksan olmuş iraden ile
sürüyorsun kendini kaynağa.

Kavgayı dövüşü unutmuş;secdesi rükusu bir yana
duası hayli de bedduasıyla karışıyorsun
caddesine sokağına. Merhameti yok kentlerin
acıması var kıyasıya kendi düşkünlüğünün aksine.
Bir göl kıyısında kayıp mektupları arıyorsun.
Suya vuran yüzün kıyasıya kendine hayran hala
başını kaldırıyorsun öteye, beyaz atların sürüldüğü
çiğ tutmuş kırlar uzayıp yitiyor usulca.
Çocukluğunu hatırla buz tutmuş kirpiklerinle
koşturuyordun bölünmemiş yollarda.
Mevsimler otobanlar heyula gibi dikilen
beton binalar harcadın. Onlar gibi. Tıpkı onlar-
Kelimeler de burada bitmiş izlerini yıllardır sürdüğün
peşinden oradan oraya savrulmuş kaybolmuş
-nafile arayışın zemheri kasırgaların öldürmemiş de -
mekanik lodoslara boyun eğimişsin. Birden
bitivermiş serpilen güzelliğin ne çare!
Ruhun şifa üflemiyor mu açılan yaralarına.
Kokusu geliyor mu, tadı dilinde mi hala
hissediyor musun varlığının manasını?
Kelimenin anlamını biliyor musun!

Yastığı yorganı ve minnetle işlenmiş nakışları
hala orada dururken ve satır satır bölünmüş
cümleler birbirinden iddialı sözcükle
ya da iri puntolu harfler, anlayabiliyor musun?
Memleket kuzu tulumundan güm güm inlerken
Dağlarının üstünde hoyrat yiğit ağıtlar var
biliyorsun bir hayli de kan var artık bu toprakta. Sen yoksun
bir göl bir ırmağın yok. Kelimeler yok-
yitik can veren ve can alan bu topraklarda.
Güneyden bir hırçın Beydağı yükselmiş
ne mevsim gelir Akdeniz yeli bilinmez.
Sokakları sahtekar dolmuş bir sancak beyliği.
İçi gayretle garabet, namusla aldanış dolu.
Var üstünde Bir var inanmışlar haa Birin üstünde de
başka biri var. Bilirsin uzakta bahçesinde yemiş dolu
bir kerpiç dam var. Anlamın içinde söz,
sözlerinin içinde hesap var.
Kanadın kırılmasın diye zincire vurulmuştun
hatırla. Var içinde bir, Birin içinde mana var.
Nedendir,
yüreğin ısınmıyor ellerin kadar...

Büsbütün zavallıydık. Bir nehrin yakasında
aynı öfkeyle taşlıyorduk kötülüğü-cehaleti.
Büyüyüp adam olacaktık. Riyakarlığın
ve aldanışın kabul gördüğü zamanlarda rastlaştık.
Ritmini yitirmiş arkların ve küskün
kavgalı bir tahakkümün çarkları gıcırdıyordu.
Sessiz olmak içtendi ki sessiz kalırsak
anlam bulur sanıyorduk rezilliğimiz ve tüm
diğerleri gibi geçsin istiyorduk bütün bu karanlık.
En nadide şarapların çağıydı, tükenmeğe mecbur ve
satın alınmışlardı. Tatmıştık sarhoşluğunu aşkın.
Feverana sağır haykırışlarla, makinelerin
gürültü zaferlerini izliyorduk haykırışlarla.
Büsbütün ahmak büsbütün yitmiştik doğrudan.
Nefes alırız diye bu kör aydınlıktan
boğulmayı istiyorduk Baltık ırmaklarında.
Nedendir doymuyorduk, lezzete öfkeye
ve şehvete. Düşmanlarımızla düşüp kalkıp
dostlarımızla savaşmaya, dost olamadığımız
bütün iffetsizler avunmaya.
Yaradılışın bütün hatasını kader denen pezevengin sırtına yüklemiştik.
Adet edinmiştik her nedense.
Bütün duygular kullanılmıştır derdim hatırla
bütün kelimeler kullanılmıştır.Harcanmıştır
diyordun sende odur ki sebepsiz bir bardak
su bile içmezdin. Bütün ziyankarlıklar gibi
bütün kabullenişler süratliydi.
Yanılmaz tek bir yenilgeyle sarılmıştık zavallığımıza.
Öksüz hakikatlerimiz zayıflamış, avurdu çökmüş
terkedilmiş bir yeniyetme gibi dehlizlerin
karanlığıyla doyuruyordu açlığını.
Toprak intikamını kalbimizi kurutmakla alıyordu.

Aydınlık beklediğin şu kelimelere bak.
İnanmıyorsun biliyorum,bildiğimi biliyorsun
korkuyorum. Burnunun ucunu göremiyorsun,
rengi mi göreceksin resmi mi? Karanlıklar öfkeyle,
kanla ve yüceliğin gölgesiyle ekildi,
kanın akmıyorsa medeniliğinden,
gözyaşın ne yazıktır çoktan esir olmuş aklına...

Uyanışlarını hatırlayabilirsin ansızın hani;
terli tedirgin kabuslarını.
Gözyaşlarına boğulmuş olmayı arzuladığın
o liyakatsiz gecelerin hesabını da.
Geçer sanıyorsun avunurum avutulurum.
Kursağına koca bir çapari saplanmış belki de
hırıltılarınla sevişiyorsun. Akmıyor zaman diyordun
ki bilirsin yüzü durgun nehirleri. Sarı siyah gölgelerle
derinlerden çağlayan akşamları anımsa.
Terkettiğin büyüyü unutma
sinmesin etinin içine büyük kentlerin gölgesi.
hayal de olsa yalan da minik avuçlu bir kız çocuğu ol
ve yaralara kabuk bağlatan masallar anlat.
Hayal kurmadan uyumayı öğret uyanmasın
öğret ki arayışı avuntuda bulmasın.
Ardına anlamlar yüklenmeyen imlalar bul ve de ki:

“ Ben o uğultulu gündüzlerin esrik hükümdarı
ben bitmeyen kavgamın galiz kahramanı vurgun yedim uyanışlardan.
Kaçtım gençliğin ve güzelliğin heyecanından.
Var içinde bir yok deryasındayım.
Uçurumlardan kaçtım rüzgarlarla düşüyorum.”

Çölün ruhu

bir taş atmak gerekmiş bazen

hafif sektirip uzağa

yükünden gocunur gibi, içinden söker gibi

kelimesiz anlamları kovalar anlamsız kelimelere yüksünür gibi.


"Evvela seni cümle içinde kullanmayı terk ettim. Sonra önüne benzersiz sıfatlar, ardına yakışıksız imalar ekledim. Herkesleştikçe kolay oldu içinden çıkması. İttirip bıraktıkça aldanışın uçurumlarına belli belirsiz çığlıklarını, samyeline karışıp kurudu göğsümde. İçtim kana kana. Kuruyan göğsüm yeşersin diye. Zamanı içtim ömrümü tüketir gibi her gece her sabah. Kirpiklerim güçlü diye düşkün yaşları zapt ettim. Aynada harcadım aksimi. Kumdan gelip toprağa gidecek ruhumu çürüttüm. Binaenaleyh söz bitti, anlam yitti. Gece anlamsız gündüz ışıksız kaldı. Nihayet sen sana benzeyen ilahların ilki olarak kaldın. Ancak yüzüne benzeyen bir semanın altında diz çökerdim, o gün de geldi."


bir uyku gerekmiş meğer 

her şeyi unutup bir hiçmişçesine

hakikatten arınır gibi, sıyrılır gibi alemden

muammasız bir tefekküre teslim, ritimsiz varlığımı unutmuş gibi.



Burak Dikoğlu

       Uludağ …peki o lasılık şarap mıdır?  Sarhoş eder mi? Hem fikir miyiz artık!   -Damlardan barok balkonlara dek uzanan bir hiç diyarınd...

İletişim

Ad

E-posta *

Mesaj *